28 Eylül 2012 Cuma

GALATASARAY LİSESİ DENEYİMİ


Geçtiğimiz eğitim öğretim yılında 5 bin 727 öğrenci velisi çocuğunu Galatasaray İlköğretim Okulu'na yazılmak için sıraya girdi. Sıraya girmek için bankaya 500 Lira yatırılması gerektiği belirtiliyor. Bu kadar öğrenci arasından kura ile 50 öğrenci alınacak.  Kuradan sonra, binlerce veli üzüntü içinde evine döndü. Neden? Türkiye’de başka okul mu yok? Nedir Galatasaray Lisesi’ne olan bu ilgi?
Kura çekilişi, velilerin gözleri önünde noter huzurunda yapılıyor. Burası önemli. 50 öğrencinin nasıl seçildiği gerçekten çok önemli. Binlerce insanı sıraya sokan şey, kurada hile olmayacağını bilmeleri, buna yürekten inanmaları. Torpil olsa, 50 kişilik kontenjana diyelim 500 kişi başvursun. Başvuru o kadar çok ki, bunca insanın neden sıraya girdiğini anlamak zorundayız. Bu 5 bin 727 kişinin oluşturduğu sıradan çıkarmamız gereken çok ders var. Hangi okulun kapısına bu kadar öğrenci yığılıyor?
Galatasaray Lisesi önünde oluşan bu kuyruk, torpille iş yürüten birçok çevreye örnek olmalı. Sıraya girenler, maddi olanağı iyi olan veliler. Bu ülkede hep tanık olduk: Paranız varsa siyasi çevreniz de vardır. Siyasi çevreleri olsa da 5.727 veli, torpile başvurulamayacağını biliyordu. Başbakan’a kadar gidip torpil talebinde bulunanlar çıkabilirdi. Ama yapmadılar, yapamazlar; çünkü böyle bir yol yoktur. Herkes bilir ki, Galatasaray Eğitim Kurumları torpille öğrenci almaz. Başbakan da olsa bunu yapmaz. Kimden gelirse gelsin torpil talebi geri çevrilir. Kalite bunu gerektirir. Bunu yapamayan kurumlarda kalite olmaz. Kalite, doğru ilkelerden taviz vermemekle mümkündür.
Galatasaray İlköğretim Okulu bir cemaatin elinde olsaydı, öncelikle kendi cemaatinden öğrenci almayı tercih ederdi. Bunu yapan okul çok…  Bu okullar önce şunu sorar: Kimsin? Hangi dindensin, hangi millettensin, hangi partidensin? Bizden olmayana ne okul var nede iş. Bizden olsun da isterse çamurdan olsun. Bu insanlar işi yapamayana, kılıcı kuşanamayana vererek Osmanlı’nın yıkılmasına neden oldular. Aynı şeye bu gün de devam ediyorlar.
Galatasaray Eğitim Kurumları cemaat kurumları olmadığı için kimseye bir şey sormaz. Galatasaray okuluna her dinden, her milletten, insan başvuru yapabiliyor. Başbakan’ın oğlu da gelse kuraya katılmak zorundadır. Eskiden beri böyle… Ta Osmanlıdan beri Galatasaray Lisesi’nde her milletten öğrenci eğitim görür. Paralı eğitime gelince… Galatasaray Okullarında okumak para gerektiriyor. Veliler, verilen eğitimin kalitesine inandığından istenen parayı ödüyor. Herkesin bu kadar parası olmadığı konusu, başka tartışmaları gerektirir.
Soru: Halkın bu kadar teveccühünü kazanmış bir okul neden mason yetiştirmekle suçlanıyor? Temel neden bilgisizlik… Bütün zenginler; özellikle gayrimüslimse bizim ülkemizde mason olur. Çevresi olan siyasetçilerin mason olduğu dile getirilir. Mason olmak suç mudur? Masonluk bir zenginler kulübüyse varsın olsun. Zenginler de kendi çıkarlarını korumak isteyebilirler. Dünyanın bütün zenginleri yoksullardan daha örgütlüdür. Dünyayı şirketlerin yönettiğini biliyoruz. Bu başka bir konu…
İşçilerin de güçlü örgütleri olmalı. Memurlar da, tüm çalışanlar güçlü örgütlere sahip olmalı.  Bunu sonuna kadar savunmak zorundayız. Demokrasi bunu gerektirir. Bunun önündeki engel zenginlerse o zaman daha iyi mücadele vermeliyiz. Halkın doğru eğitilmesini talep etmeliyiz. Dini eğitimden yana değil, bilimsel eğitimden yana olmalıyız. Zenginlerin tüm dünyayı yönetmesine nasıl izin verildiyse bunun önüne geçmeliyiz. Dünyayı, bütün halklar el birliğiyle yönetmeli. O zaman, halk, oyuna sahip çıksın, zenginin arkasında duran iktidarlara oy vermesinler. Demek ki dünya da zenginlerin tek söz sahibi olmadığı demokrasilere ihtiyacı var. Ayrıca mason yetiştirmek için Galatasaray okullarına gerek yok. Her okuldan mason çıkar, bilim adamı çıkar, artist de çıkabilir, yıkıcı, bölücü de çıkabilir.
Sormamız gereken soru şudur:  Çekilen kurada, binlerce öğrenci arasından 50 öğrenciyi seçerken şu çocuk mason aileden gelir, şu çocuk gelmez diye bir ayırım yapıldı mı? Yamalmadığından herkes emin.  Emin olmasa o sıraya girmez, bankaya onca parayı yatırmaz. Kura çekimi halkın gözleri önünde, noter huzurunda yapıldı. Herkes çıkan sonuca razı oldu.
Bu gün ülkemizde kaç kurum var halkın güven duyduğu?  ÖSYM’den tutun, KPSS’ye kadar bütün sınavlara şaibe karıştı. Sözde hilesiz sınavlarla binlerce insan kandırılıyor. Galatasaray Okullarını yönetenler, öğrenci alımından, öğrencinin eğitimine kadar tüm alanlarda bilimsel metotlarla iş yaptıklarından, Galatasaray Okullarını sürekli geliştiriyorlar, toplumsal saygınlığını artırıyorlar.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın çıkarması gereken ders: Eğitimde kalite olsun istiyorsanız, önce tespit edilmiş ilkeleriniz olacak. Bu ilkelerden taviz vermeyeceksiniz. Tüm okullarda dini eğitim diye tutturmayacaksınız. Kimin ne dinden olduğuna karışmayacaksınız. İnsanları inançlarında, dini eğitimlerinde rahat bırakacaksınız. İsteyen aile çocuğuna istediği dini eğitimi aldırsın ya da aldırmasın karışmayacaksınız. Okulların görevi dindar nesiller yetiştirmek değildir. Eğitimin temel amacı fikri hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmektir. Ancak böyle olursanız ülkeyi kalkındırabilir, huzur ortamı yaratabilirsiniz.
Galatasaray Okulları’nın amacı dindar nesiller; dindar bilim adamları, dindar öğretmenler, dindar doktorlar, dindar hemşireler yetiştirmek değildir. Tek amaç, bilimsel düşünebilen nesiller yetiştirmektir. Kimi hatırlatıyor bu size? Atatürk’ü. Tüm çağdaş milletlerin yapmaya çalıştığı budur. Temel bir din bilgisi kültürü eğitiminden sonra isteyen istediği dine inanır. Ya da inançsız olarak hayatını sürdürür. Din demek ahlak demek değildir. Ahlakla dini birbirinden ayırmak gerekir. Bunu yapabilen kurumlar, halkın beğenisini kazanır, yapamayanlar halktan uzaklaşır.
Ne yazık ki dar gelirli milyonlarca ailenin devlet okuluna gitmekten başka şansı yok. Ülkeler, bilimsel eğitimle gelişir. Dini eğitim ülkeleri geri bırakır. Devlet okullarının amacı yoksulları geri bırakmaktır. Bilimsel eğitim almayan beyinler körelir. Din eğitimi kitleleri düşünemez hale gelir. Devletin isteği insanların düşünememesidir. Düşünemeyen kitleleri yönetmek kolaydır. Düşünemeyen kitleler hak aramaz, hak aramayı öbür dünyaya bırakır. Bu nedenledir ki, devlet tüm okulları Galatasaray Lisesi gibi yapmayacaktır. Buna güçleri yetse de yapmazlar. Köy Enstitüleri deneyiminden nasıl yararlanmadılarsa, Galatasaray Lisesi deneyiminden de yararlanmazlar.

ÇOK KÜLTÜRLÜ BİR LİSE: GALATASARAY LİSESİ


Komşunun kedisi Kartopu, bahçede bulduğu küçük bir fareyle oynuyor.
Video’da bir konuşmacı anlatıyor:
“Türkleşmekten ne anladığımız çok önemli... Osmanlı zamanında Galatasaray Lisesi her milletten öğrenciye açıktı. Bu gün de öyle.  Osmanlı çok kültürlü bir devlet. Galatasaray Lisesi de çok kültürlü bir okul. Osmanlı’dan bu güne fazla bir şey değişmedi. Temel aynı kaldı. Galatasaray Lisesi’nin çevresinde bir kültür mozaiği oluşmuş durumda.  Hiç bir lise bu kadar Osmanlı, Türk, Fransız, İtalyan, Ermeni, Yahudi; kısaca çok uluslu değil. Her milletten öğretmen, öğrenci bu liseye ruh verdi. Bu ruh Liseyi başka liselerden faklı kıldı.”
Kartopu, fareyi bıraktı. Yemeyeceğini biliyordum.
Videodaki konuşmayı dinlemeye devam ediyorum.
“Başka ülkeler tarafından açılan liselere, yabancı okullar diyebiliriz. Bunların bir kısmı Osmanlı zamanında açıldı. Kurtuluş savaşı yıllarında kapatılmaları düşünüldü. Lozan anlaşmasıyla kapatılmalarına izin verilmedi.
Hangi lisenin tarihi 1480’li yıllara kadar uzanır. Tek örnek Galatasaray Lisesi’dir. Hiçbir lisenin geçmişi Galatasaray Lisesi’nin geçmişi kadar eski değil. Denir ki, Galatasaray Lisesi’nin de içinde olduğu, Robert Koleji gibi birçok okul Osmanlı’yı parçalamak için açılmıştır. Avrupalılar eğitim yoluyla Osmanlıyı dağıtılmak istenmiştir. Yabancı okulların yetiştirdiği Osmanlı aydınları sonunda Osmanlı Ülkesi’nin parçalanmasına neden olmuştur.
Her devlet şunu bilir: Güçlü olan devletler politikalarını uygularken öncelikli olarak kendi çıkarlarını düşünür. Çıkar savaşında kimin ayakta kalıp kimin kalmayacağına aldırmazlar. Eğitim yoluyla Osmanlı ülkesini yıkmak mümkünse o yolu da denerler. Bu yol savaşmaktan, kan dökerek ele geçirmekten her açıdan daha iyidir.
Düşünün…  Şu anda o kadar çok ülke var ki Amerika’yı yıkmak isteyen. Gelin Amerika’yı yıkalım, üstelik eğitim yoluyla yapalım bunu.  Silahı bir tarafa bırakalım. Zaten yeterli silahımız yok. Gidin Amerika’ya okul açın. Kolaysa gidin yapın bunu, bu politikayı hayata geçirin. Bu satranç oyununda Amerika’yı yenmek mümkün müdür? Osmanlı yenildiyse, sürekli yenenleri suçlamanın anlamı yok. Yenilgilerden hala ders almamışsak bu bizim sorunumuzdur.
Galatasaray Lisesi’nin statüsü yabancı okullardan farklı. Osmanlıyı yıkan şeyin yabancı okullar olduğunu öne sürmek aşırı yorum olur. Bu okullar aydın yetiştirdi, Osmanlı İmparatorluğu yıkıldı anlayışı basit bir yaklaşım. Osmanlı’nın yıkılışı, Osmanlı’nın yetiştirdiği, askeri okullarda yetiştirdiği subaylar yoluyla oldu. Atatürk Galata Lisesi mezunu değildi.
Güçlü devlet, akıllı devlet, bilime, sanata, insan hak ve özgürlüklerine önem veren devlettir. Osmanlı devleti bunu yapmıyordu. İkinci Abdülhamid bu günkü iktidar gibi Osmanlı’yı dindarlaştırmak için çaba sarf ediyordu. Düşünmek, yazmak, sanatla uğraşmak suçtu.  Milliyetçilik yapmayan, her ulusu bağrına bazen, herkesi vatandaşlık temelinde eşit tutan, bilimsel eğitime önem veren ülkeler güçlü ülkelerdir. Özgür beyinlerin olduğu yerde hem bilim, hem sanat gelişir. Bilimin geliştiği yerde zenginlik olur. Sanatın geliştiği yerde incelik olur, kabalık barınamaz. Yasalar, insan hak ve özgürlüklerine daha uygun hale getirilir. Kısaca güçlü bir devlet, bilimsel eğitim veren okulların açılmasına öncülük eder, okul açmakla yıkılmaz. Devletleri yıkan şey, bilim dışı, çağ dışı eğitime yönelmeleridir. Her çözümü Allaha havale eden, demokrasiden, bilimden, sanattan uzaklaşan ülkelerin gelişme şansı yoktur.”
Kedi, tekrar bahçeye iddi. Fare baygın gibi. Belki de korkudan bayıldı. Bizimki kuyruğundan tutmuş sürüklüyor.
Videodaki konuşmacı anlatmaya devam ediyor.
“Tekrar ediyorum…  Osmanlı’nın yıkılmasında Galatasaray Sultanisi’nin bir etkisi olmamıştır. Etkisi vardır diyen yabancı düşmanlığı yapan, çok kültürlü yaşama alışkanlığını içselleştiremeyen, demokrasi dışı, bağnaz, tutucu kimselerdir. Bilime, sanata önem vermeyen ülkeler eninde sonunda yok olacaktır. Korkarım, Türkiye bu anlamda yeniden zor bir döneme girdi. Sanatı, bilimi hiçe sayan bir iktidar iş başına geldi. Üniversiteler suskun, bilim insanları ülke sorunları hakkında görüşlerini açıklamaktan çekiliyor. Hukuk katledilirken bütün hukuk fakülteleri buna sessiz kalabiliyor. Hukuk öğrencileri, öğretmenleriyle birlikte, halkı da yanlarına alarak eylem düzenleyemiyor, demokratik tepkilerini ortaya koyamıyorlar. Sanatçılarla hükümet kavga halinde… Bu tür kavgalarda her zaman kaybeden iktidarlar olmuştur. Cahillerin en kötü tarafı cahil olduklarını bilmemeleridir. Bu hükümetle Türkiye yokuş aşağı frensiz yuvarlanıyor. PKK sorununda demokratikleşme yolunu değil, müzakere yolu tercih ediliyor. Türkiye’nin sorunu çağdaş demokrasi sorunudur. Demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerinin en iyi şekilde korunduğu, devletin tüm dinlere eşit mesafede durduğu, herkesin kendi kültüründe özgürce yaşayabildiği ülkelerde terör örgütleri barınamaz. Türkiye’nin bunu görecek bir başbakana ihtiyacı var. Başbakan Erdoğan’da Galatasaray Lisesi mezunu değil. O yüzden padişah olmaya hevesleniyor. Din eğitimi alanların terörist olmayacağından dem vuruyor. Ortadoğu’daki vahşeti görüyoruz. Sivas’ta onlarca insanı diri diri yakanların çoğu İmam Hatip Lisesi mezunudur.
Galatasaray Lisesi Mezunları ile İmam Hatip Lisesi Mezunlarını karşılaştıralım. Hangisi aydın nesil yetiştiriyor. Türkiye’ye zarar verenler kimler iyi görelim. Yalnız Türkiye’ye değil, bu insanlar tüm dünyaya zarar veriyor.
Türkiye nasıl kurtulur diye sorarsanız şunu söylemek isterim: Türkiye’nin nasıl kurtulacağı biliniyor. Türk halka bunun farkında.  Ağzından Allah adını düşürmeyenler, din sömürüsü ile iktidara gelenler Amerika’nın uşağı oldu. Her şey açık değil mi? Türkiye’yi, Ortadoğu’yu kasıp kavuranlar, ülkelerine demokrasiyi çok gören aşiret reisleridir. Ya da aşiret reisi gibi davranan parti başkanlarıdır. Bu reisler Amerika ile işbirliği halinde. Galatasaray Lisesi hiçbir zaman işbirlikçi yetiştirmez. Lisenin temel görevi, fikri hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmektir.”
Kedi, fareyi bıraktı. Akşam güneşi batmak üzere.

27 Eylül 2012 Perşembe

GALATASARAY LİSESİ ÖĞRENCİLERİNE İTHAF


Sizler, Galatasaray Lisesi’nin öğrencileri, evrensen dünyanın çocuklarısınız. Renginizi dünyanın her yerinden, bütün çiçeklerinden, yürekli gözbebeklerinden alıyorsunuz. Güneş kadar eski, her yeni gün gibi tazesiniz. En yaşlı çınarların gölgesinde yeni rüzgârlarla, yağmurlarla büyüyorsunuz.(Galatasaray Üniversitesi  için bak!) (Köklü bir kuruluş olarak Galatasaray Lisesi için tıkla!)

Barış türkülerinin içinde, beyaz güvercinlerin yolunda, maviliklerde süzülüyorsunuz. Dağlardan, tepelerden, ırmaklardan, dört bir koldan dünyanın kalbine yürüyorsunuz. Beyaz kanatlarınızda yüzyılın acıları, göğsünüzde bitmeyen bir sızı… Mavi denizlerden, bulutlardan, en sert rüzgârlardan, çetin yollardan, yüreği bir okla yaralı aslanların yurdundan geliyorsunuz. (Galatasaray Lisesi'nden görünüm için tıkla!)

Burası Roma, Bizans, Osmanlı… Aslanlar diyarı.  Burası Anadolu… Güneşin doğduğu ülke… Eski uygarlıkların, aydınlıkların, yıkımların, karanlıkların yurdu… En derin karanlıkların burçlarına en parlak yıldızları taşıyorsunuz. Bilge yağmurlarlarla ıslanıyor, bilge topraklarda büyüyorsunuz. (Galatasaray Lisesi'ne hoş geldiniz.Açılış konuşması için tıkla!)
Unutmayın!  Dinmeyen gözyaşları için, toprağı canlandırmak için, suyu akıtmak, ateşi söndürmek için; bir tek karıncanın, bir tek yaprağın, bir damla suyun, bir avuç toprağın hakkını sormak için buradasınız. Gözlerinizde yeşil bir umut, yüreğinizde yeşil bir orman! Elinizde özgürlüğün sönmeyen meşalesi… Her zaman buradasınız, bu yoldasınız, sizler bu yolun; Aslanlı Yol’un yolcularısınız.(Yıllar önce Galatasaray Lisesi müzik topluluğu için tıkla!)

Gideceğiniz yerde kuruyan ırmaklar, kararan denizler, yanan topraklar göreceksiniz. Koşsanız, yorulsanız, uyusanız, uyansanız, bin yıllık ırmakların, ölü denizlerin çığlıklarıyla uyanacaksınız. Ne zaman bir el tutsanız, cana can katsanız yüzünüze serin bir rüzgâr değecek. En güzel rüzgârlarlarla akacak, en temiz sulara karışacaksınız.(Galatasaray Lisesi Marşı için tıkla!)

Sizler yarını kuracak çocuklarsınız. Şanslı olacaktınız olamadınız. Sizler suyu hasta, yağmuru hasta, toprağı hasta bir dünyaya gözlerinizi açtınız. Özgürlüğü elinden alınmış ne varsa tek tek arayacaksınız, en küçük ellerden tutacak, en küçük ayakları ısıtacaksınız. Yağmuru kurtaracaksınız, suyu kurtaracaksınız, gökyüzünü kurtaracaksınız.(Bir Galatasaray Lisesi mezunundan anılar. Tıkla!)

Ölü balıkların yurdundan, ağıtlar yakan denizlerden, kuru ırmaklardan, yanmış ormanlardan bir kez daha selam olsun ki size, iyi ki burdasınız. Sizler acıyı dindirecek, savaşı durduracak çocuklarsınız. Hiç yılmadınız, hiç yılmayacaksınız. Milattınız, tarihe yazıldınız, ateşi kurtarmıştınız, şimdi suyu kurtaracaksınız. Güçlüsünüz, yapacaksınız. En eski uygarlıkların gücüne, bu güne, yarına, gecenin canına, gündüzün kanına, en taze damarlarınızla bağlısınız.(Tevfik Fikret dönemi. Okulun tarihçesi içim tıkla!) (Tiyatro tarihi, Tevfik Fikret Salonu ve Galatasaray Lisesi için tıkla!)

Unutmayın, sizler kralları dize getirmiş çocuklardınız. Işığı büyüten, ateşi çalıp yayandınız. Sizden öncekilerin önünde ne kadar engel varsa şimdi sizin önünüzde. Özgürlük türküleri kadar temiz, kırılmış zincirler kadar umuda yakınsınız. Çünkü siz, fikri hür, vicdanı hür olanların soyundan geldiniz, namerde boyun eğenleri affetmediniz. (Siyasi gelişmeler ve Galatasaray Lisesi için tıkla!)

Bilin ki sizler, Galatasaray Lisesi öğrencileri, aydınlık yolun, yeşil yolun yolcularısınız. En yaralı güvercinlerin yurdunda yaşıyorsunuz. Dünden geliyorsunuz, bu günü kuruyorsunuz. Beyaz bir güvercin kadar masum, beyaz bir güvercin kadar haklısınız. Unutmayın, sert rüzgârların arasından, karlı dağlardan geçiyorsunuz. Yüreği bir okla yaralı aslanların kanından geliyorsunuz.(Galatasaray Lisesi tarihi. M.Ali Birant Belgeseli için tıkla!)  (1990'lar ve Galatasaray Lisesi için tıkla!) (Ne mutlu Galatasaraylıyım diyene! Görmek için tıkla!)
Pedasalı Artemis

26 Eylül 2012 Çarşamba

GALATASARAY LİSESİ, TAYYİP ERDOĞAN VE İKİNCİ ABDÜLHAMİD


Mustafa Armağan… Kendisi Zaman Gazetesi yazarlarındandır. Geçenlerde bir yazısını okudum. Yazının başlığı: Abdülhamid’in Galatasaray’ı Dindarlaştırma Projesi. Yazıyı görmek için Tıkla. Galatasaray Lisesi üzerinden memleketin nasıl daha Müslüman yapılabileceğini anlatıyor, Abdülhamid’i Başbakan Erdoğan’a benzetiyor. Dindar nesil yetiştirime iddiasıyla eğitim sistemimizde yaratılan tahribattan memnun olduğu görülüyor.

Hemen belirteyim. Önce şunları söyleyeyim: Mustafa Armağancığım…  Sana Atatürk Cumhuriyeti gerekmez. Sen kalk İran'a git. Ya da şeriatla yönetilen başka bir ülkeye…   Sen ancak baskıcı, şeriatçı, faşist ülkelerde huzur bulursun. Yok gitmem, Türkiye'de şeriat isterim diyorsan, zor bulursun.

Soy ismine bakınca Hediye değil, Armağan olduğunu görüyoruz. Belli ki dedelerin Atatürk devrimlerinden, laik cumhuriyetten etkilenmiş. Atatürk’ün arzu ettiği gibi Türkçe bir soy isim kabul etmişler. Birden bire padişah sevdalısı olup çıkmanız gerçekten düşündürücü.

Yazmaya, konuşmaya gelince mangalda kül bırakmıyorsunuz; tarih bilginiz arşa uzanıyor. Osmanlı’nın milliyetçilikle bir işi yoktu. Bilime, bilimsel eğitime önem vermediği, zamanında gerekli önlemleri almadığı için dağılmaktan kurtulamadı. Milliyetçilik tartışmaları Osmanlı’nın son döneminde aydınlar arasında yapıldı. Bunları bir tarafa bırakalım.

Başbakan Erdoğan’ı Abdülhamid’e benzetmeniz çok yerinde olmuş. Başbakan’ın derdi de tıpkı Abdülhamid’in derdi gibi dindar bir nesil yetiştirmek. Bu sözünüze şapka çıkarmak lazım… Son derece yerinde bir tespitte bulunmuşsunuz. Biz söylesek sizin çevreden bu çok tepki gösteren olurdu.

Biz kimiz dersen, bendeniz Galatasaray Lisesi öğrencilerinden Pedasalı Artemis. Yeni kurduğunuz cumhuriyette kendimize böyle isimler bulmak zorunda kaldık. İsimlerimizi saklamadan düşüncelerimizi ifade edemez olduk.  En çok gazeteci tutuklayan ülkeler arasında ilk sıraya yerleştik. Abdülhamid’in mübaşirleri vardı diyorsunuz ya, Erdoğan’ın da var. Daha fazlasıyla var. Yeni kurulun savcıları, hâkimleri mübaşirleri aratmıyor.

Soru şu: Hangi çağda yaşıyoruz? Bir ülkenin kalkınması ile din eğitiminin ne ilişkisi var? Yüz yıl sonra yine bu tartışmanın içine düştük ya helâm olsun size. Kalkınma, bilimsel, laik, insan hak ve özgürlüklerine önem veren bir eğitimle olur.

Sayın Armağan da Başbakan gibi Türkiye’nin gelişmesini din eğitimiyle mümkün görüyor. Ne kadar din eğitimi o kadar kalkınma, o kadar milli şuur… Prova size… Bunları yazıp bir de para kazanıyorsunuz ya… Ne kadar alkışlasak azdır sizi.

Atatürk, başbakana benzemez. Sayın yazar benzetse neresini benzetecek. Benzetecek bir yan bulduğunu varsayalım. Bakalım Başbakan bu benzetmeden memnun olacak mı? Atatürk, dini siyasete alet etmiyor. Camiye en sık gittiği dönem, kurtuluş mücadelesi yılları. Ne için gidiyor? Müslümanları örgütlemek için. Oy devşirmek için değil. Cami kürsüsünden halka sesleniyor: Ülkesi işgal altındaki bir halkın Namazı kabul olmaz diyor.

Bu gün Türkiye işgal altında mı? Yabancı sermaye Türkiye’yi işgal etti mi? Güneydoğu illerinde, sınırda, savaş, içsavaş birbirine karıştı mı? Terör hızla tırmandı mı? Son bir ayda ölenlerin sayısı 1000’e dayanmadı mı?

Uygulanan Erdoğan politikanın adı; Türk halkını yabancı sermayeye uşak yapmak…  Globalleşmeyle birlikte tüm dünyada zengin daha zengin, yoksul daha yoksul hale geldi. Sermaye güçlendi, çalışanlar güç kaybetti. Demokratik haklar, sosyal haklar kısıtlandı. Vahşi emperyalizm sınırları açtı. Güçsüz ülkeleri yok etmek için yeni saldırı yöntemleri geliştirdi. Tüm canlılar, bütün bir doğa emperyalizmin oyuncağı oldu. Denizler kirlendi, ırmaklar kurudu.

Böyle bir Başbakanın cami kürsülerine çıkıp yeni bir kurtuluş savaşı başlatması mümkün müdür? Onun işi, camiler bombalanırken, çoluk çocuk binlerce sivil halk ağır silahlarla imha edilirken, Obama ile el sıkışmak.  Obama’nın elini nasıl sıkıyorum ama diye öğünmek.

Atatürk, tüm ezilen uluslara örnek olmuş bir liderdi. Hala mazlum milletlerin lideri olmaya devam ediyor. Atatürk, güçlü olanın değil, haklı olanın yanındaydı. Erdoğan kimlerle birlikte? Ülkeyi satanlarla kurtaranları nasıl aynı görüp birbirine benzeteceksin. Tabi ki başbakanı Abdülhamid’e benzeteceksin.

Atatürk eğlenilmesi gerekin yerde eğlenir; zeybek oynar, içki içer. Nerede ölünüp nerede yaşanacağını bilir. Savaştan sonra hiçbir ülkenin ayağına gitmez. Kimseye avuç açmaz. Savaşlardan yorgun düşmüş, yanmış, yıkılmış, yağmalanmış bir ülkeyi ayağa kaldırır. 1980’den bu tarafa iş başına gelen iktidarların sata sata bitiremediği fabrikaları, üretim tesislerini kurar.

Atatürk yapıyor, diğerleri yıkıyor. Yıkanla, yapanı nasıl yan yana koyacaksın bu, buna benziyor diyeceksin.  Erdoğan, padişahlığa özenen, bakanlarını biat kültürü ile yöneten bir başbakan olduğu için bir padişahla karşılaştırılması normaldir. Sayın Armağan doğru söylüyor: Erdoğan’ın dediği de Abdülhamid’in dediğinden farklı değil; ikisi de dindar bir nesil yetiştirmekten yana.  “Cumhuriyet Fikri hür, irfanı hür nesiller ister,” diyecek değillerdi ya! Bunu en yüksek sesle yine Galatasaray Lisesi söylüyor!

Sayın yazar, Erdoğan’ı Abdülhamid’e benzetmekle kalmıyor. Büyük bir marifetten söz eder gibi bir de  o dönemindeki baskılardan da söz ediyor. Galatasaray Lisesi (o zamanki adıyla Mekteb-i Şahane) öğrencilerine nasıl zorla abdest aldırıp namaz kıldırıldığını anlatıyor.  Abdülhamid Hazretleri eğitim sistemine “Mubassırlık” diye bir kadro getirmiş. Nasıl bir kadro bu?  Hani İran'da ahlak zabıtası kadrosu var ya, öyle bir kadro.  Mübaşirlerin görevi, öğrencileri dine uygun davranıyorlar mı diye izlemek,  abdest almaya, mescide gitmeye, namaz kılmaya zorlamakmış.  Galatasaray Lisesi öğrencileri bu durumdan pek şikâyetçi olurmuş. Ne var ki şikâyetle bir yere varamamışlar. Adulhamid Han hazretleri, bu şekilde yöntemlerle; zorla okutulan din dersleriyle Galatasaray Lisesi’ni gayrimüslimlerden arındırmış.

4+4+4 uygulamasıyla tüm okullarımızda din dersleri artırıldığına, dindar nesil yetiştirmek için düğmeye basıldığına göre belli ki 2012 Türkiye’sinde sıra mübaşirlere geldi. Bakalım Erdoğan’ın mübaşirlerinin ömrü ne kadar olacak? Bu ülke çok mübaşir gördü. Çok Abdülhamitler gördü. Son Abdülhamid de geldiği gibi gidecektir merak etmeyin.

25 Eylül 2012 Salı

GALATASARAY LİSESİ'NE HAKSIZLIK


GALATASARAY LİSESİ MASONLARA YUVA YAPILDI
“Sevgili babacığım, önce selam eder ellerinden öperim. Nasılsın, iyi misin? Beni soracak olursan hamdolsun iyiyim. Sana bu satırları gaz lambasının ışığında, siperde yazıyorum… ”  
Eski mektuplar buna benzer cümlelerle başlarmış. Çanakkale şehitlerinin ailelerine yazdığı mektuplardan birini hatırlıyorum; “Sevgili Valideciğim,” diye başlıyor, her satırı okuyanı gözyaşlarına boğuyordu. 
Nereden aklıma geldi bunları yazmak? Geçenlerde bir yazı okudum: Çanakkale Savaşları’nda ölen çok sayıda eğitimli insan var. Eğitimli, eğitimsiz, savaşlarda ölen herkes çok değerli, herkes bir ananın evladı… Ne var ki, hayat her yerde, her zaman insana eşit davranmıyor. Savaşlarda ölenler çoğunlukla yoksullardır. Çanakkale Savaşları’nda eğitimli, eğitimsiz çok sayıda insan ölüyor. Ölenlerin bir kısmı Galatasaray Lisesi öğrencisi... Hepsinin ayrı hikâyesi var. Genç yaşta öğrenciler. Lise’nin o zamanki adı Galatasaray Sultanisi. Sultani’de okuyanlar kimdi derseniz? Türk, Kürt, Ermeni, Yahudi; her milletten Osmanlı halkı…
Osmanlı için Türk’ün, Kürt’ten, Yahudi’den farkı yok. Osmanlı milliyetçilik üzerine kurulu bir imparatorluk değil.  Osmanlı, milliyetçilik hareketlerinin yaygınlaşmadığı yıllarda; yükselme döneminde, bütün inançlara, ırklara eşit mesafede duran bir imparatorluk. Tıpkı Roma İmparatorluğu gibi.  Osmanlılar, fethettikleri toprakları sömürge topraklar olarak değil, yurt olarak görüyorlar. Bir milleti, diğer milletten üstün görmüyorlar.
Ümmetçilik, Osmanlı’nın son yıllarında öne çıkıyor. Osmanlı aydınlarının bir kısmı Türkçülüğü savunuyor. Osmanlılın Türkçülük ideolojisiyle yeniden güçlü bir imparatorluk olabileceğini öne sürüyorlar. Yeni fikir arayışları, Avrupa’daki gelişmelerin etkisiyle oluyor. Osmanlı, geri kalmışlığına çare ararken olmadık fikirlere sarılıyor. Osmanlıyı kim yıktı dendiğinde, Emperyalist Avrupa yıktı denir. Yıkanın suçu vardır da yıkılanın suçu yok mudur?
Aynı yaklaşım bu günde devam ediyor. Bütün geri kalmış ülkelerin ortak düşmanı emperyalizm; kapitalizm, büyük sermaye… Zayıf olan ölmeye, güçlü olan öldürmeye hazır. Bu yanlış denklemin düzeltilmesi gerekiyor. Kimse kimsenin düşmanı değil, herkes birbirinin kardeşi, en azından iş ortağı olamaz mıydı? Elbette mümkündü ama yapmadılar.
Konuyu eğitime, oradan da Galatasaray Lisesi’ne getireceğim. Diyorlar ki, Galatasaray Lisesi gizli bir koridorla Fransız Konsolosluğu’na bağlıdır. İyi. Ne var bunda? Yeni bir anlaşmayla konu netleşti; Türk Fransız işbirliğiyle Galatasaray Üniversitesi kuruldu. Konusu eğitim olan ilişkilere her zaman iyidir, yapılması gerekir. Yeter ki yapılan eğitim yapıcı, insan hak ve özgürlüklerine saygılı olsun, laik ve bilimsel olsun.
Neden Galatasaray Lisesi’nin adında hep bir Fransız gölgesi düştü? Şaşılacak bir durum değil. Avrupa bilimde, sanatta, teknikte hızla yol alıyor. Osmanlı neden gelişemediğini düşünüyor. Hızla kalkınan Avrupa, özellikle Fransa Osmanlıya örnek oluyor. Aralarında eğitim işbirliğine gidiyorlar.
Dönemin tartışmalarına bakınca şunları görürüz: Bazı aydınlar Osmanlı’nın kalkınmasını Fransızca eğitimde görür.  Galatasaray Sultanisi’nde eğitimin Fransızca yapılmasına karar verilir.
O yılları anlamak için Hüseyin Rahmi’nin romanları oldukça önemli. Tarih kitabı gazete gibidir okur geçersin. Dönemin romanları tarihe farklı bir pencereden bakar. Tarih canlanır, ete, kemiğe bürünür. Roman, okuyanı, o dönemin içine sürükler, bir süre o dönemin insanlarıyla zaman tünelinde yaşatır. Osmanlılın o dönemini anlamak için Tanzimat Edebiyatını öğrenmekte yarar var.
Galatasaray Lisesi’nin eğitim dilinin Fransızca olması hata mıdır? Elbette her milletin eğitimini kendi dilinde yapması uygundur. Ama bazı okulların farklı dilde eğitim yapmasından da bu kadar korkmamak gerekir. Bu günkü eğitim anlayışımız Avrupa’daki gelişmelerin etkisi altında değil midir? Bilimsel eğitim anlayışı ilk Avrupa’da başlamış, Cumhuriyetle birlikte yapmamız gereken eğitimin bilimsel eğitim olduğuna karar verilmiştir. Neden bu gün halka din eğitimini dayatanlar, kendi çocuklarını Amerika’da ya da Avrupa’nın başka ülkelerinde okutuyor?
Osmanlı İmparatorluğu, bugünkü kültürümüzden farklı bir kültürdü. Osmanlı İmparatorluğu hiçbir zaman Türklüğü yüceltmemişti. Türk kanının ne kadar kudretli olduğunu yıllar sonra Atatürk söyleyecektir. “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” cümlesi ilk Atatürk’ün ağzından çıkar. Atatürk, yalnızca Fransız devriminden etkilenmez, birçok fikirlerden yararlanır. Kendine özgü bir düşünce geliştirir. Ey Türk Gençliği, derken şunu biliyor: Bu ülkeyi kuranlar yalnızca Türkler olmadı. Çanakkale’de ölen şehitler, Osmanlı’nın her milletten gelen evlatlarıydı.
Galatasaray Lisesi’nde okuyanların bir kısmı o günün şartlarında hain olmakla suçlanıyor. (Bu gün de değişmedi.)  Herkesin bir millet şemsiyesi altına sığınmaya çalıştığı yıllardan söz ediyoruz. Ermeni, Ermeni yanlısı olmuş, Yahudi Yahudi yanlısı olmuş… Bunda şaşılacak bir şey yok.  Türk, Türk’üm diyor, Kürt Kürd’üm diyor. Zamanında gerekli önlemler alınmadığı için Osmanlı çatırdamaya başlamış.. Ülkenin eğitim anlayışına hale medrese eğitim hâkim.
Çanakkale Savaşı Osmanlı İmparatorluğunun son savaşıdır. Önemli sayıda Galata Lisesi öğrencisi, mezunu bu savaşta ölür. Savaştan sonra işgaller başlar, Osmanlı Halkı parçalanır. Türklük bilinci gelişmemiş Osmanlı sırtını kime dayayarak yeni bir vatan kuracaktır?  Bu karma karışık ortamda ölenler olur, birbirini kesenler, diri diri gömenler olur.
Bu ölümlerin sorumlusu masonlardı diyenler var. Masonları kim yetiştirdi? Kim olacak tabiî ki Galatasaray Lisesi… Bütün sorunlardan, sorumluluklardan kaçmak için bir günah keçisi arandı: Günah keçisi Masonlar oldu. Galatasaray Lisesi’de bunlara yuva yapıldı.

24 Eylül 2012 Pazartesi

BİR GALATASARAY LİSESİ ÖĞRENCİSİNİN BLOGUNDAN


“Merhaba Sibel, Sana bu mektubu yazmamın nedeni bugün çok sevinçli olmam. Sınav sonuçları açıklandı. Bil bakalım nereyi kazandım? Hani hep diyordum ya, Galatasaray Lisesi’ni kazanabilsem diye. Hayallerim gerçek oldu. Artık ben de Galatasaraylıyım. Yaşasııın? Haberi alınca halimi görmeliydin. Havalara uçtum. Birkaç dakika kendime gelemedim. Anlayacağın bulutların üzerindeyim.”  
Bu satırlar, bir senaryo çalışmasından… 16 yaşındaki bir kız çocuğu Galatasaray Lisesi’ni kazanır. Öyküye buradan başlayacaktım. Lise’de arkadaşları olacaktı. Bir öğrencinin üzerinden eğitim sistemimizin sorunların dile getirmeye karar vermiştim. Vazgeçtim.
Önce Galatasaray Lisesi’ni araştırmam gerekti. Bir sürü bilgiye rastladım. Hangisi doğru, hangisi yanlış… Bilgileri bir süzgeçten geçirip yeniden yorumlamak gerekiyor. Yıllardır duyarız: Galatasaray Lisesi’nin çok başarılı bir lise olduğunu söylerler. Liseden değil, sanki bir üniversiteden söz ederler. Benim gençliğimde yalnızca Galatasaray Lisesi vardı. Şimdi Üniversitesi de kuruldu. İlköğretim, orta öğretim ve üniversitesi de olan büyük bir eğitim kurumuna dönüştü.  
Kendi kendime şöyle dedim: Galatasaray Lisesi’ni tanımadan senaryo yazamazsın. Diğer okulları da bilmek gerekiyor. Bunun üzerine okumaya başladım. Önce Galatasaray Lisesi’nden başladım. Türkiye’nin önemli liselerinden biri Galatasaray Lisesi’dir deniyor. Hakkında bu güne kadar çok şey yazıldı, söylendi.
Kimi Fransız Okulu diyor, kimi Mason yetiştiriyor diyor, kimi de bu görüşlere karşı çıkıyor. Galatasaray Lisesi bir Osmanlı Kurumu… Daha doğrusu bir Osmanlı mirası… Bu güne kadar her dinden, milletten öğrenci yetiştirdi. Yüzlerce yılın deneyimi ile kendine özgü bir kültür geliştirdi.
Cumhuriyetten sonra ne oldu? Önceki adı Galatasaray Sultanisi, daha sonra Galatasaray Lisesi oluyor. Osmanlı eğitim sisteminde halkın eğitimine önem verilmiyor. Eğitim yalnızca seçkinler için. Cumhuriyeti kuranlar, eğitimi seçkinlerin tekelinden çıkarıyor. Eğitimi, toplumun bütün kesimlerine eşit bir şekilde götürmeye karar veriyorlar.
Galatasaray Lisesi’nde okuyanların hemen hepsi Osmanlı’nın seçkinleriydi. Bu seçkinler kim? Türkler, Yahudiler, Ermeniler… Kısaca,  Osmanlı topraklarında yaşayan her milletten insan… Ortak özelikleri saraya yakın olmaları; paşa olmaları, bey olmaları… Padişahlık gibi paşalık da babadan oğula geçiyor. İyi paşa olmak isteyenler eğitime önem veriyor. Cahil paşalar yok mu? Var. Nasıl bu gün üniversite bitirdiği halde cahil olan var, o zaman da var. Adam Galatasaray Lisesi’ni, eski adıyla Galata Sultanisi’ni bitirmiş ama adam olamamış, kendi çıkarı uğruna emperyalistlerle işbirliği yapıyor. Vatanını satıyor. Bu günde ortalık bu insanlardan geçilmiyor.
İnternette Galatasaray Lisesi Mezunları adıla bir liste dolaşıyor. Listede, onlarca ünlü isim var. Kimi sanatçı, kimi devlet adamı, kimi bilim insanı… Bu listeye bakarak bütün Galatasaray Lisesi mezunları çok başarılı denebilir mi? Hayır.
Galatasaray Sultanisi benim doğumumdan (1968 doğumluyum.) yüz yıl önce açılmış.  Daha öncesinden söz etmiyorum. Gitmek istersek 1480’li yıllara kadar gidebiliriz. Sultani’ye her yıl kaç öğrenci kayıt edilmiştir bilemiyoruz? Geçmişe ait kayıtların çıkan bir yangında kaybolduğu dile getiriliyor. Kim bilir o kayıtlarda kimler vardı…
Mezun sayısının çok yüksek olduğu kesin. Bunca insanın arasından, bunca sene 1000 isim, daha fazlasını söyleyelim 2000 isim çıkmış olsun. Adını bilelim bilmeyelim, bu insanlar hayatta başarılı olmuş kişiler. Başarısız olanlar ne kadardır kim bilir? Başarısız olanların sayısına bakarak, Galatasaray Lisesi’ni başarısız saymak doğru olmaz.
Okul sayısının az olduğu yıllarda bile Galata Saray Lisesi’nin iyi bir lise olduğu biliniyor. Artık her yerde lise var. Galatasaray Sultanisi kendiyle yarışan bir liseydi. Yine kendisiyle yarışıyor. Kendisiyle yarışırken bir de bakıyorsunuz bütün okulları geçmiş. Koştuğu kulvarda yine yalnız. Hemen yanında, yakınında belki bir iki lise daha duruyor.
Bu başarı nasıl oluşuyor? Senaryo çalışmamı bu konuya odaklayacaktım. Bir lisenin başarısı neyle ölçülür? Öğrenciler mi çok zeki, öğretmenler mi çok başarılı? Daha önemli soru şu? Başarı nedir? Atam bombasını bulmak başarı mıdır? Çok zeki öğrencileri bir sınıfta topladık. Onları alanlarında çok başarı bilim adamları yaptık. Bilim adamlarımız Amerika’ya gitti, en çok insanı, en kolay şekilde öldürmenin yollarını araştırdılar. Yeni silahlar ürettiler. Bu yeni silahlarla Amerika dünyayı dize getirdi. Sürekli Amerika demeyelim. Bu kez dünyayı biz dize getirmiş olalım.
Evet, bir senaryo yazılmalı. Senaryonun konusu şu lise, bu lise olmamalı. İncelenmesi gereken konu, insan nasıl başarılı olur değil, insan nasıl insan olur olmalı.

22 Eylül 2012 Cumartesi

UNUTULMAZ ÖĞRETMEN: YOMTOV GARTİ


USTA ÖĞRETMEN YOMTOV GARTİ
Galata Saray Lise’sinin matematik öğretmeni rahmetli Mösyö Garti; Yomtov Garti, o kadar yaşlanmış ki, kulakları duymuyor. Kulaklarının duymaması ders anlatmasına engel değil. Değerli öğretmen matematik dersi anlatmayı seviyor. Bütün hayatı matematik eğitimiyle geçmiş. Fizik, kimya gibi derslere de girmiş ama asıl branşı matematik. Matematikte kendi adıyla anılan bir de kuramı var. Öğretmenimiz öğrencileriyle birlikte olmaktan mutlu. Okulda olmayı, ders anlatmayı ibadete dönüştürmüş. İyi öğrenciler yetiştirmekten, onları önemli makamlarda görmekten mutluluk duyuyor.
Yomtov öğretmen kadar şanslı öğretmen sayısı çok azdır. Şanstan ziyade hayatını öğretmenliğe bu denli istekle adayan öğretmen bulmak kolay değildir. Belki hayat koşulları bunu ona zorladı. İçindeki öğretmenlik aşkı, yaşadıklarının sonucu olarak ortaya çıktı. O kadar zevk aldı ki öğretmekten, bir süre sonra öğretmeyi hayatının vazgeçilmez ilkesi olarak gördü. Öğrenmek kadar, öğretmenin de güzel olduğunu fark etti.
Garti öğretmenin kendisi gibi öğrencileri de derse severek, isteyerek katılıyor. Bu öğrenciler elbette ki sayısal derslere ilgisi olan öğrenciler. Engin Ardıç gibi sözel öğrenciler Garti öğretmenden pek hoşlanmıyor. Engin Ardıç ve onun gibi öğrenciler Garti için “Anamızı ağlatırdı”der. Yıllar sonra Engin Ardıç açıklıyor, Garti’yi sevmezdim diyor. Aslında kendisinin Garti’nin anasını ağlattığından söz ediyor. Sayısal dersleri iyi olmayan diğer öğrenciler gibi Engin Ardıç da daha sonra hatasını anlar; öğretmenini sevemeye başlar.
Gençlik, toyluk derken yıllar geçer. Engin Ardıç, bir yazısında, ölüm haberini alınca Garti’nin ruhuna Fatiha okunmasını ister. Der ama şunu da ekler: “Sakın Gayrimüslime Fatiha okunur mu? tartışmasına girmeyin.” Ben Fatiha’mı okudum de geç. Niye ortalığı çamur atıp kirletiyorsun. Ne karıştırıyorsun kimin neyi tartışıp tartışmayacağını. Ardıç bu, ne yaparsanız yapın, huyu, karakteri değişmiyor. Değiştirmeye çalışanların hepsi hüsrana uğradı. Bir çamurla kurtulan, on çamurla bile işin içinden çıkamadı. Neyse…
Garti öğretmen o yaşlı haliyle bile uzunca bir süre ders anlatmaya devam eder. Duymayan, etrafında olanları yeteri kadar fark edemeyen yaşlı bir adam… Böyle bir öğretmen ancak Hababam Sınıfı’na yakışır denebilir. Ama değil… Bilgisiyle öğrencilerin hayranlığını kazanmış… Sevgisiyle gönüllere taht kurmuş… Bedeni yaşlanmış ama kalbini saran duygular yaşlanmamış. Gözleri iyi görmüyor, ayaklarını sürüyerek yürüyor. Tahtaya geçip tebeşiri eline aldığında artık karşınızda başka bir öğretmen var. Sayılarla dans ediyor, dansı en ince ayrıntılarına kadar, en iyi şekilde öğrencilerine öğretmekten büyük haz alıyor.
Ders bitiş zili çaldığında öğretmenler odasına gitmesi lazım.  Arkadaşlarıyla oturacak, iki laf edecek, bir bardak su içecek ama olmuyor. Sınıftan çıkıyor ancak ders zili çalıncaya kadar öğretmenler odasına ulaşamıyor.  Bir bardak suyunu içemeden tekrar sınıfa dönüyor.
Değerli öğretmenimiz Nisan 2011’de vefat etti. 96 yaşındaydı. Üç nesil öğretmenlik yapabilen ender öğretmenlerdendir. Galatasaray Lisesi bu kadar çok tanıyorsa Garti öğretmen gibi öğretmenler sayesinde. Lisesi’nin üç nesil öğrencileri bir araya geldiğinde Mösyö Garti’den söz eder. Ortak konu Garti öğretmenin nasıl bir öğretmen olduğudur. Dede olmuşsanız, torununuzun Mösyö Garti’den bir şey anlattığına tanık olursunuz. Garti bu gün bana kızdı! Mösyö Garti bana taktı! Bu cümleler dedeye de, babaya da tanıdık gelir.  
1940'dan bu tarafa kaç öğrenci okuttu kim bilir…  Hiçbir öğretmen Galatasaray Lisesi’nde Mösyö Garti kadar kalıcı olmamıştır. Okulun değişmeyen tek demirbaşı… Daktilo devri kapanmış, bilgisayar çağı başlamış. Garti öğretmen her zaman işlek zekâsıyla dimdik ayaktadır.

MÖSYÖ YOMTOV GARTİ'NİN ÖLÜMÜ


GARTİ ÖĞRETMENİMİZİN ÖLÜMÜ
2011 Nisan’ında   okulumuzda olağan üstü bir durum yaşandı. Garip bir sessizlik oldu. Her yere matem havası çöktü. Gizli bir hüzün tüm sınıfları, koridorları dolaştı. Bir ses tüm kulaklara acı bir şey fısıldıyordu. Neydi? Ne olmuştu? Yüreklerde dolaşan ses, için için ağlıyor. Mösyö Garti’nin öldüğünü söylüyor. Yalnız Türkiye’nin değil, dünyanın usta matematik öğretmenlerinden Yomtov Garti’nin ölüm haberi tüm binayı sarıyor. Tüm koridorlara, sınıflara sinen bir hüzün var. Hüzün gözle görülüyor, elle tutuluyor. Galatasaray Lisesi her zamanki lise değil artık. Bahçedeki ağaçların duruşu, kuşların sesi bile değişti. Yoldan geçenler bile lisemizde garip bir şey olduğunun farkında. İstiklal Caddesi bugün her zamankinden daha durgun. İnsanlar üzgün ya da bana öyle geliyor. Bu gün gerçekten hüzünlü bir gün. Kimsenin içinden gülmek, koşmak, eğelenmek gelmiyor.
Ben ağabeylerimiz kadar şanslı olamadım. Mösyö Garti’nin benim de öğretmenim olmasını isterdim. Hakkımda ne biliyorsam öğretmenlerimden, bir de internet sayfalarından öğrendim. 1940 yılından beri Galatasaray Lisesi’nde matematik öğretmeni olarak görev yapmış. 25 yaşında genç bir delikanlıymış Galatasaray Lisesi’ne geldiğinde. 1979 yılında isteğiyle değil, yaş hattinden, 65 yaşında emekliye ayrılmış. 65 yaşından sonra üç yıl Boğaziçi Üniversitesi’nde İngilizce yüksek matematik dersi veriyor. 1992 yılında, 77 yaşındayken tekrar Galatasaray Lisesi’ne geliyor. Matematik öğretmenliğine devam ediyor. 
Öğretmenimizle ilgili diğer ayrıntılar şöyle: 1915 yılında Yahudi bir ailenin çocuğu olarak  İstanbul’da dünyaya geliyor. Doğma büyüme İstanbul çocuğu. 1915’ten 2012 yılına kadar Türkiye’nin geçirdiği süreçlerin tanığı. O yıllarda İstanbul’da olanları düşünecek olursak öğretmenimizin neler yaşadığını daha iyi anlarız.
Okulda anılan adıyla Mösyö Garti ayaklı bir tarih kitabı gibi... Kitabın her sayfası anılarla dolu… O anıları yanında olup dinlemek isterdim. Sanırım çok insan bu anıları dinledi. Atatürk’le ilk nerede, ne zaman karşılaştı? Varlık Vergisi yıllarında gayrimüslimlerin başına neler geldi? Saymakla bitmeyecek binlerce olay. Garti öğretmenimiz bütün bunların tanığıydı.
Birkaç kez taksiye binerken gördüm kendisini. İki büklüm olmuş yaşlı bir adamdı. Uzun süre o haldeyken bile ders anlatmış.  Kulaklarının duymadığını söylüyorlar. Matematiğin ustası ders anlatırken hiç yorulmazmış. Çok güzel ders anlattığı dile getiriliyor.
Engin Ardıç da Mösyö Garti’nin öğrencilerinden. Engin Abimiz, (pardon, abimiz kelimesini geri alıyorum, Engin Bey diyelim gitsin, ya da büyüğümüz…) Garti’den iyi not alamıyormuş. Yazılarını okuyorum, düşüncelerine bakıyorum da şimdi de benden iyi not alamıyor. Bir insan bu kadar mı duyarsız olur. Aydın bir gazeteci, üstelik Galatasaray Lisesi mezunu bir insan nasıl olur da 12 Eylül faşizminin yerine kendi faşizmini getirenlerin yanında yer alır, böyle bir iktidara laf söylemez; döner döner, Atatürk’e, Atatürk dönemine, laik cumhuriyeti savunanlara taş atar, hakaret eder.
Türkiye tarihinde hakaret ederek yazı yazan ilk köşe yazarıdır diye biliriz sayın büyüğümüze. Öğrencisi olduğum Lise’den mezun olduğu için üzgünüm. Sonuç olarak her okuldan iyi öğrenci de çıkar kötü öğrenci de. Olan oldu, yapacak bir şey yok. Neyse.
Garti öğretmenimiz karşısındaki öğrenciyi tanımakta gecikmemiş. Hak ettiği not neyse çıkarıp vermiş. Daha sonra kendisini Engin Ardıç olarak insanlara hakaret ederken görüyoruz. Kalemiyle insanları kızdırmaktan büyük zevk alıyor. Küfür edeceği zaman toplu olarak küfür ediyor. Örneğin topluca sosyalistlere taş atıyor. Yalnızca Ahmet’e taş atsa, Ahmet gider kendisini mahkemeye verir. Öyle yapmıyor. Nasıl yapacağını iyi biliyor. İmalı cümlelerle kime ne diyeceğini belli ediyor. Mesela sizi gidi Atatürkçüler sizi diyor, başlıyor taşlamaya… Terbiyem müsaade etmediği için ne tür laflar ettiğini yazmayacağım. Merak eden açıp baksın. İlerde gazeteci olmak isterseniz kendisini mutlaka okuyun. Bir gazeteci olarak neler yapmamanız gerektiğini size çok iyi öğretecektir.